I. Giriş
Sözleşme, tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanı ile kurulan hukuki işlemdir. Taraflar sözleşme yaparken; kendi menfaatlerini, mevcut koşulları, ileride gerçekleşebilecek değişiklikleri de göz önünde tutarak edimler arasında bir denge kurarlar.[1] Sözleşmede esas olan tarafların edimlerini yerine getirmeleridir. Bu durum sözleşme hukukunun en temel ilkelerinden biri olan ahde vefa ilkesinin (pacta sunt servanda)gereğidir. Anayasa’mızda “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir” denilerek sözleşme özgürlüğü hüküm altına alınmıştır. Sözleşme özgürlüğü, sözleşmenin kurulması ve koşullarının belirlenmesinde kişilerin özgür iradeleriyle karar verebilme serbestisini ifade eder.[2] Kişinin kendi iradesi olmadan borç altına sokulamaması ve istediği konuda sözleşme yapabilmesi özgürlüğü; taraf olduğu sözleşmenin şartlarına bağlı kalma yükümlülüğünü perçinler.
II. Genel Olarak Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması
Sözleşme koşulları taraflardan biri için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan meydana gelen olgular nedeniyle değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Ancak her koşulda sözleşmenin bütün edimlerinin aynı şekilde ifasını istemek, hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir. Zamanla, edimler arası denge öngörülemeyen birçok sebeple katlanılamayacak şekilde bozulabilir ve sözleşmenin aynen geçerli kalması, denge aleyhine bozulan tarafın ekonomik anlamda mahvına sebep olabilir. Yargıtay’ca sözleşmenin edimleri arasındaki dengeyi bozan olağanüstü hallere savaşlar, büyük ekonomik krizler, yüksek enflasyon, şok devalüasyon, para değerinin önemli ölçüde düşmesi gibi durumlar örnek olarak gösterilmiştir.
Sözleşme yapıldıktan sonra; şartların, kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde borçlu aleyhine değiştiği durumlarda meydana gelen adaletsizlik; sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus)ilkesi ile giderilebilmektedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesi, sözleşmenin şartları aleyhine olağanüstü değişen borçluya, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını talep hakkı vermektedir. İlgili madde bu mümkün olmadığı takdirde ise borçluya sözleşmeden dönme hakkını vermekte olup bu husus Kanun Tasarısının 137. Maddesinde şu dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlanmıştır.
1. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenemeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.
2. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.
3. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.
4. Borçlu borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.
Hâkim sözleşmenin değişen koşullara uygulanmasına karar verirse sözleşmenin her iki tarafının menfaatini de göz önünde bulundurarak, sözleşmenin amaç ve anlamına en uygun düşen uyarlamayı yapmalıdır.[3] Ayrıca hemen belirtmek gerekir ki sözleşme sürekli edimli ise, borçlu kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanabilecektir. Fesih sürekli sözleşme ilişkisini ileriye etkili sona erdiren bir olumsuz yenilik doğurucu haktır. Fesih sözleşme ilişkisini sona erdirirken, dönme, sözleşme ilişkisini çözer. Dönme, yarattığı çözülme nedeniyle o ana dek yerine getirilmiş edimlerin geri verilmesi yükümünü doğururken, fesihte böyle bir yükümlülük doğmamaktadır.[4] Bu nedenle sürekli edimli sözleşmelerde dönme hakkı yerine fesih hakkının kullanılması mümkündür.
III. Sözleşmede Kira Bedelinin Döviz Olarak Saptanması Durumunda Uyarlama
Uygulamada uyarlama kurumunun en çok kullanıldığı alanlardan biri de kira sözleşmeleridir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 344/3 md. fıkrasında kira sözleşmesinde kira bedelinin yabancı para olarak kararlaştırılmış olması durumunda beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamayacağı, ancak, Kanun’un aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138. madde hükmünün saklı olduğu düzenlenmiştir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2003/3007 E. ve 2003/7017 K. sayılı ilamında; her ne kadar sözleşmenin dövizle yapılmış olma amacının, mal sahibini enflasyonun rizikolarından korumak olduğu kabulü gerekse da sözleşmenin in’ikadı anında ileride ekonominin aniden bozulacağını tarafların tahmin edip, bunun olumsuz sonuçlarına yalnız kiracının peşinen katlanacağını kararlaştırdıkları şeklinde bir yoruma gidilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Uyarlama davalarında, “mahkemece yapılacak işin; yerinde uygulama yapılıp, uzman bilirkişiler düşüncesinden de yararlanmak suretiyle; sözleşmenin kurulduğu günden dava tarihine kadar geçen süre içinde, ülkemizin yerleşmiş ekonomik koşullarının etkisiyle sözleşmedeki yabancı paranın (dövizin) Türk parası karşısında normal artışlarla ulaşması gereken değeri bulunmalı, bulunan bu değer sözleşme gereği kiralayan yararına kabul edilmeli, daha sonra 2001 yılı Şubat ayında başlayan ve aralıksız şiddetini artıran umulanın üstündeki dolardaki artış ve buna bağlı ekonomik krizin tabii sonucu ortaya çıkan, sözleşmedeki yabancı paranın Türk parası karşısındaki dava tarihi itibariyle değer artışı tesbit edilmeli, böylece belirlenecek iki değer arasındaki farklılık miktarı, sözleşmedeki özel hükümler, kiralananın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgede kira parasını da etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticari gelişmeler gibi değişiklikler, emsal kira paraları, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlarla somut olayda görülebilen objektif etkenlerle karşılaştırılıp, değerlendirilmeli, sonuçta işlem temelinin çöktüğü, sözleşmedeki çıkar dengesinin katlanılamayacak derecede davacı aleyhine bozulduğunun benimsenmesi halinde, kiracının ne miktar kira parasından sorumlu olacağı belirlenmeli, böylece sözleşmedeki kira parasını, tarafların amacına uygun objektif iyiniyet, hak ve nesafet (MK. Md.4, 2/1) kurallarının elverdiği ölçü ve düzeyde yine yabancı para olarak uyarlanması”gerekliliğine hükmedilmiştir. [5]
Temas edilebilecek diğer bir konu ise uyarlamanın başlatılacağı tarihtir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere kira sözleşmeleri ani edimli sözleşmeler olmadığından dönme gibi geriye dönük değil, fesih gibi ileriye dönük yenilik doğurucu haklar kullanılabilmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2001/2908 E. ve 2001/3543 K. Sayılı ilamında da “Mahkemece 1.7.1998 tarihinden itibaren kira parasının uygulanmasına karar verilmiştir. Uyarlama davalarında sözleşmenin başlangıcından itibaren başlamak suretiyle, dava tarihinden itibaren geriye doğru kira parası uygulanamaz. Bu yolla tayin edilen kira parası, dava tarihinden itibaren ileriye doğru hüküm ve neticelerini doğurur” [6] denilerek bu husus açıkça hüküm altına alınmıştır.
IV. Sonuç
Sonuç olarak; ahde vefa ilkesi ve sözleşme özgürlüğü hukukumuzda benimsenmiş köklü ilkeler olmalarının yanında bu ilkelerin istisnasız her koşulda uygulanması adaletsizlikler yaratabilecektir. Özellikle bu yazının kaleme alındığı günlerde, ülkemizin ekonomik durumu ve dövizdeki olağanüstü hareketlenmeler göz önüne alındığında, başta dövizle yapılan sözleşmeler olmak üzere aşırı ifa güçlüğü yaratabilecek akitler mevcut olup bunların değişen şartlara uyarlanması hâkimden istenebileceği gibi sözleşmeden dönme veya fesih kurumları da işletilebilecektir.
[1] Kulp, Zehra Betül; Aşırı İfa Güçlüğü, Yüksek Lisans Tezi
[2] Kılıçoğlu, Ahmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi
[3] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları
[4] Havutçu, Ayşe; 6098 Sayılı TBK Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu Prof. Dr. Cevdet Yavuz’a Armağan [İfa Engelleri ve İfa engellerine Bağlanan Hukuki Sonuçlar]
[5] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2003/3007 E. ve 2003/7017 K., Corpus Web Mevzuat ve İçtihat Programı
[6] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2001/2908 E. ve 2001/3543 K., Kazancı Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası
Comments